21 Ağustos 2008 Perşembe

Uzungöl' deydim








  • Yerlerin çamur olduğunu düşünüp, ayakkabı seçiminizi ona göre yapınız.
  • Gece kalmayı düşünüyorsanız gelmeden rezervasyon yaptırınız, yazın bile gitseniz, gece soğuk ve nemli oluyor haberiniz olsun.
  • Mutlaka İnan tesislerinde tereyağında alabalık yiyiniz.
  • Uzun yürüyüşler için antremanlı olunuz.
  • Fotoğraf makinenizi unutmayınız.
  • Yağmurluk veya şemsiye bulundurmanızı şiddetle tavsiye ederim.
  • Bulutların üzerinde, olağanüstü doğa manzarasına hazırlıklı olunuz.

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Bir Yaz Akşamı

Kaldırdı kadehini, hadi ona içelim

İçtik

Buna içelim

İçtik

Güldük birbirimize baktık, herkes bir farklı konu anlatıyor, dinleyenler mütemadiyen her sözün sonunda gülüyordu, bende anlattım, komik mi bilmem, ne mi anlattım, hatırlamıyorum, güldüler. Rakı ve balığın başkenti İstanbul' da bir yaz akşamı, sokak kenarına kurulmuş beyaz örtülü bir masa, akşamın sabitleri; rakı balık ve dostlar, iyi ki varlar. Gecenin tek eksiği; Zeki Müren sesi.

Sokak dar ve uzun, ortasında iki kişinin yanyana geçebileceği kadar bir aralık, sağlı sollu masalar, gelenler, gidenler, gülenler, ağlayanlar, kızanlar, sevenler, sevilmeyenler, hayat denen kurguda herkes çölde bir kum tanesi, her kumtanesi koskoca bir dünya.

Bir isteğiniz var mı diyor garson, meyve tabağı ,istiyor biri, diğeri sadece karpuz, kavun olsun, uyar mı diyor, uyar uyar...

–Karpuzun anası derdi kızının karpuz sevgisini tarif ederken dayım, gözlerinin içi parlardı, sene bilmem kaç. Karpuzlar kokardı o yıllarda, kendine has, Adana' sı olurdu yeşil, Diyarbakır yada Tekirdağ, çizgili, kesilirdi, tam göbeğini yemek için sıraya girerdik. Sonra domateste kokardı, ki yıllar sonra Diyarbakır seyahatimde, köşkte rastladım o kokuya, domates kokardı, elma gibi yerdik. Düşünüyorumda ne şanslıymışım, o tadı biliyorum, yeni nesil belki de hiçbir zaman domates yada karpuz yiyemeyecek.-

Hadi şuna da içip kalkalım dedi, kadehler kalktı, sonra biz kalktık. Gece güneş gibi parlıyordu...

5 Ağustos 2008 Salı

Okudum


Elimde uzun süredir bekliyordu bu kitap, bir solukta okumadım, okuyamadım ama sürükleyici yada edebi sorunlardan değil, işlerimin müsade etmemesindendi. Anayurt Otelini izledikten sonra acaba kim yazmış sorusunun peşinde Yusuf Atılgan ile tanıştım. Hayatını ve çok az eserlerini öğrendikten sonra ilk okumaya Aylak Adam ile başladım.

"Yusuf Atılgan adı her yerde Oğuz Atay ile birlikte anılıyor, ikisinin yerinin farklı olduğu hatta ilk kurgusal romanın Türk Edebiyatında Tutunamayanlar olduğu söyleniyor. Kitap çok kalın görünmesine rağmen -ki kalın kitaplar nedense hep korkutur beni, mesela Dan Brown serisi kütüphanemde olmasına rağmen bakarım da bakarım :)- notlarıma aldım ilk fırsatta okuyacağım."

Kitap ilk satırlarından itibaren beni içine çekti, aylak evet gerçekten aylak, aykırı, kuraldışı ama kurallar içinde, ahlaki değerleri ve bakış açısı farklı bir insan modeli hayatı nasıl yaşar? "Benim en büyük eserim hayatım" diyen yazar başarı ile anlatmış, her adımda Beyoğlu' nda sinema önünde bulabiliyorsunuz kendinizi ve farklılığınızın farkındalığına varıyorsunuz. Roman kahramanı C. aslında hepimiz gibi ama farkı kendine biraz daha yakın, kendi doğrularınında aslında doğru olmayacağını kabul ediyor, sürüklüyor.
Eminim 1957 de yazılan bu romanı okurken, yeni yazılmış sanacaksınız ve bir solukta okuyacaksınız, kesinlikle tavsiye ediyorum.
Yeni kitabıma doğru, yolcu yolunda gerek.

3 Ağustos 2008 Pazar

Beşiktaş

Bu sabah Pazar olmasına rağmen erken kalktım, yanlış bir telefon sağolsun uykumu aldı götürdü. Ne yapayım derken kahvaltıyı dışarda yapma isteğim belirdi. Nasıl bir kahvaltı peki? Yine bir nasıla takıldım kaldım J fazla uzun sürmeden simit peynir ve çay' a karar verdim, Beşiktaşa gitmek üzere evden çıktım.


İstanbul şiirlerini hep sevmişimdir. En güzel kim yazmış diye sorarsanız; bana göre Ziya Osman Saba' nın İstanbul şiiri ağır basar, belki de Beşiktaş' la ilgili olan bölüm beni daha iyi anlattığı için, bilmiyorum. Bu yüzdendir ilk vapuru arar boğaza inince gözlerim.



Ve o vapurda bende olsaydım dileği. Aslında iskeleyi ve inenleri görünce kendimce bir öykü yazdım, hazır Aylak Adam' ı okurken ve kendimce bir aylaklık yaparken yazmadan geçemezdim ki geçmedim de, sonra paylaşmak üzere.

İskelede yürümeye devam edince toplar ve aralarında güvenciler karşıladı beni;



Ve tabi ki boğazdan geçen gezinti tekneleri;





Pazar ama herkes dışarda, erken kalkanlara ve dışarda olanlara hep imrenmişimdir, hayatı daha çok yakaladıklarına inanırım çünkü, çünkü yaşamın içinde olmak, yaşamın kendisi olmak değil midir? Bir köşede durmak yerine, seyirci kalmak yerine yaşamalı bence insan, netice de yine klasik ama, tek hakkımız var.


Sahil cafe benim sevdiğim mekanlardan birisi, her ne kadar sık gelemesemde; önündeki alan bana hep güneyi hatırlatır:


Bir zamanlar buradan denize girildiğini bilmek insanı heyecanlandırıyor, belki bir hayal ama ilerki yıllarda yeniden girilebilir, kimbilir.


Gezinti devam ederken kısa bir mola verdim ve bugünlerde favori yemeğim –ben bir yemeği keşfettim mi sürekli aynısından yerim ve kolay kolay bıkmam, sanırım boğa burcu özelliği olsa gerek - mantar köfte ile kendimi ödüllendirdim.





Artık kalkmalıyım, malumunuz Yolcu yolunda gerek. Şimdiden iyi bir hafta diliyorum.

2 Ağustos 2008 Cumartesi

BAŞLARKEN

Nasıl başlamalı? Aslında neden ve niçinle ilgili hiç bir sorunum olmadı, nasıllarda tıkandım hep. Nasıl başlamalı? Çok net bilmiyorum, biraz klasik olacak ama bir yerden başlamak gerekiyor. Hayat denen bu serüvende, her zaman kısa soluklu olacak bir yolculukta olduğumu düşündüm hep ama "hep geç kaldık ne zaman erken çıksak yola" misali değil. Zaten yoldayım geciken belki de zaman belki de an, anı yaşamak değil mi tüm çabam? İşte bu çaba esnasında, gördüğüm renkleri paylaşmak istedim. Elbette bu serüvende koştururken sürekli günlük tarzında yazabileceğimi sanmıyorum, devamlı yazabileceğimi de. Ne düşündürdüyse an ne getirdiyse gün.

Başlarken; merhaba.